İl genelinde 17 tescilli kalenin bulunduğu Gümüşhane’de kent merkezini sarp bir kayanın üzerinden kuşbakışı izleyen ve Orta Çağ’da yapıldığı tahmin edilen efsaneleriyle ünlü Canca Kalesinde geçtiğimiz yıl 1,8 milyon liraya ihale edilen restorasyon projesinde ilk aşamada yapılan arkeolojik kazıların ardından restorasyon ve restitüsyon çalışmaları gerçekleştiriliyor.
Canca Kalesi hakkında
Canca Kalesi´nin MS 540 yıllarında Roma İmparatoru II. Justinyen tarafından yaptırıldığına dair bilgiler yer alırken, Evliya Çelebi’nin de Seyahatnamesinde bu kaleden bahsettiği biliniyor. Denizden bin 530 metre yükseklikte olan kale, ana kaya üzerine nispeten yuvarlak planlı olarak moloz taşlarla yapılı. Kale içerisinde su sarnıcı yer alırken, doğu-batı istikametinde arka, arkaya üç bölümden teşekkül edilen kalenin çevresi 1,50 metre kalınlığındaki burçlarla takviye edilmiş. Sağlam kalan duvarlar üzerinde de fresko tekniğinde yapılmış, Hıristiyan Azizlerinin olduğu tahmin edilen resimler yer alıyor.
Roma döneminden beri bölgeye hakim olan Kafkas halkı Çanlar (Tzanihides) tarafından yaptırılan kale sarp bir kaya üzerinde ince uzun bir yapıda ve 3 avludan oluşan kalenin çevresindeki yapı izleri kale çevresinde bir şehir olabileceğini düşündürmekte. Çanlar Bizans hakimiyetini kabul ederek Hristiyanlaşmış, kale içine 2 şapel inşa edilmiştir. 1461’de kalenin Osmanlı hakimiyetine geçmesiyle kaleye yeniçeri kethüdası ve askerler yerleşmiştir. Osmanlı kaynaklarına göre kalede askeri hayatın 1700’lere kadar devam ettiği tahmin edilmektedir.
Canca’nın efsanesi
Canca kalesiyle ilgili anlatılan bir efsane ise şu şekilde:
“Mitolojide de yerini almış bir efsaneden geriye aşk adına akıtılan gözyaşlarının izleri kalmıştır artık. Canca Kalesi komutanı, Canca Kalesinde otururmuş. Bu komutanın bir tek kızı varmış. Kız bir dünya güzeliymiş. Güldükçe güller açılır, ağladıkça gümüşler saçılırmış. Adı da Gümüş Kız’mış. Bu kız, her gün gümüş nalınlar giyer, gümüş testisini eline alır, Canca Kalesinden iner, gümüş tasla, gümüş testisine su doldurur, tekrar kaleye dönermiş. Bu gidiş gelişlerde, bıyıkları yeni terleyen bir çobana âşık olmuş. Oysaki babası onu, kendi komutanlarından birine verecekmiş. Öyle ya! Develer bile yolda giderken zilleri, ´Dengi dengine! dengi dengine!´ der de vururmuş. Koca Komutan, bir çoban parçasına, dünya güzeli kızını nasıl versin? Eller ne der sonra! Kızını çobana vermemiş. Kız deli-divane dağlara vurmuş. Babası ne dediyse ne ettiyse yola gelmemiş, Kızına ´He! ´ dedirtememiş. Ne yapayım ne edeyim, derken tutmuş Canca Kalesinde kızına gümüşten bir saray yaptırmış, yüreğine taş bağlayarak, dünya güzeli kızını bu saraya hapsetmiş. Kız orada yaşadığı sürece aşkından hep ağlamış ve sevdiğine kavuşamadan ölmüş. Derler ki bugünkü Musalla deresinin berrak suları, bu gümüş kızın gözyaşları imiş. Gümüşhane, adı da oradan kalmış derler. Aşk ile ölüm şehrin sularına yazılmıştır artık.”
YORUMLAR